İSLAMİYETTE EVLENMEYİ TEŞVİK EDEN HÜKÜMLER
Cenab-ı Hak buyuruyor :
* "Aranızdaki bekârları, kölelerinizden ve cariyelerinizden elverişli olanları evlendirin. Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi lütfu ile onları zenginleştirir. Allah, (lütfu) geniş olan ve (her şeyi) bilendir." (Nur suresi : 32)
Evliliğe teşvik hususunda Peygamber Efendimiz buyuruyor :
* Ey gençler topluluğu! İçinizden kimin evlenmeye gücü yeterse evlensin. Çünkü bu gözü, daha fazla sakındıran, ırzı korumaya yegane çardir. Kim bu evlenmeye güç yetiremezse oruç tutsun. Çünkü o kendisi için şehveti kesen bir çaredir.
* Evli kimsenin iki rekat namazı, bekarın sekseniki rekat namazından hayırlıdır.
* Evleniniz, çoğalınız. Çünkü ben kıyamet günü diğer ümmetler karşı, sizin çokluğunuz ile iftihar ederim.
* Allah kim iyi bir aile nasib ederse, ona dininin yarısını tamamlamaya yardım etmiştir.
* Doğuran siyah kadın, doğurmayan güzel neyaz tenli kadından daha iyidir.
* Kim ki gözünü yabancıdan çekmek, kendini namahremden korumak ve akrabalık hakkını gözetmek üzere evlenirse, Allahü Teala o erkeği o kadınla ve o kadını da o erkekle mesut eder.
Evlenmeyi teşvik husunda büyüklerin sözleri :
* Abdullah b. Abbas (R.A.) "Kulun ibadeti ancak evlenmekle kemal bulur." (3)
* İbn Mesud (R.A.) "Allah'ın huzuruna bekar olarak varmamak için, ömrümden on gün kaldığını bilsem dahi, evlenmeyi tercih ederim."(3)
İslam'da evliliğin en başta gelen gayesi: imanlı bir neslin yetiştirilmesi ve İslam ümmetinin çoğalmasıdır. Sadece cinsi arzusunu tatmin için evlenmek, İslami açıdan hoş karşılanmamıştır. İslami bir evlilikte bu ana gayelerle birlikte şu sebep ve faydalarda düşünebilinir.
* Yakınlarını, akraba ve dostlarını çoğaltmak.
* Bilhassa kadın için maddeten ve manen himaye
* Çocuk sevgisinin tatmini
* Erkek ve kadının herbirinin maddi zaaflarını karşılıklı olarak tamamlaması
* Birbirlerinde ruhi, manevi, hissi ve şehevi sükunu bulmaları
* Karı kocanın birbirlerinin iffet ve namuslarını tekmil etmeler vr bunun neticesinde namus kavramının toplum çapında emniyete kavuşması.
Kaynak
1) Büyük İslam ilmihali, Rauf Pehlivan
2) İslamda Kadın Hakları, Mehmet Dikmen
3) İhyau Ulumi'd Din
|
İSLAMDA BEKAR KALMAK VARMIDIR ?
İslam da bekarlığa yer yoktur. Eğer bir insan fakirse, onun evlenmesine yardım etmek zengin olan müslümanların görevidir.
"Aranızdaki bekarları, kölelerinizden ve cariyelerinizden elverişli olanları evlendirin. Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi lütfu ile onları zenginleştirir. Allah, (lütfu) geniş olan ve (herşeyi) bilendir."
(Nur Suresi:32)
Allahj Resulu bekar kalmak isteyen Osman bin Mez'ub'a müsaade etmemiş ve ona:
"Dul olarak Allah'a kavuşma" buyurmuştur.
Hz.Ömer:
"Üç gün sonra öleceğimi de bilsem bekar gitmektense evlenmeyi tercih ederim"
Ömer bin Abdulaziz Kufe kadısı Said bin Abdurrahman'a cevabında şöyle der:
"Ordu mensuplarının ücretlerini ödedikten sonra, fazla para kaldığını yazmışsınız. Öyleyse borçlulara borcunu ödeyin ve evlenmeyen fakirleri evlendirin."
|
MEHR NEDİR ?
Sual: Mehr nedir? Dinimizde mehrin önemi nedir?
CEVAP: Mehr, erkeğin evlenirken kıza vermesi gereken altın, mal veya bir menfaattir. İstanbul�da genel olarak 11 Reşat altını mehir olarak verilir. Mehrin altın olması şart değildir. Herhangi bir mal [ev, apartman, bağ, araba, fabrika] veya bir menfaat de olabilir. Dul kadınla evlenen de mehr verir.
Mehr söylenmeden yapılan nikah da sahihtir. Fakat evlendikten sonra da erkeğin hanımına Mehr-i misil vermesi gerekir.
Bir kız veya kadın evlenirken, (Benim nikahım mehirsiz olsun) diyemez. Bir mehirde anlaşılır. Bu mehir kadının hakkı olduktan sonra, henüz almadan da kocasına bağışlayabilir. Bağışlaması ise çok sevaptır.
Hanım, mehrimi helal ettim dedikten sonra, haram olsun demesi ile haram olmaz, hediyesini geri isteyemez.
Düğünden önce, kıza verilen takılar, nikahta mehirden söz edilmemişse, mehr yerine geçer. Erkek, nişan için gönderdiğim şeyler mehr idi dese, kadın ise, hediye idi dese, yenilen şeyler hediye olur. Başka şeyler, mehr olur.
Mehr iki kısımdır. Mehr-i muaccel ve mehr-i müeccel. Her iki mehr, nikahta bildirilmedi ise, Mehr-i misil verilmesi gerekir. Kadının baba tarafından akrabasına verilen kadar verir.
Mehr-i muaccel:
Acele verilmesi gereken mehr demektir. Bir bilezik, bir küpe, bir buzdolabı vesaire olabilir. Nikah yapılınca, verilmesi vacip olur. Zifaftan veya halvetten önce verilir. Mehr-i muacceli geciktirmek caiz değildir. Hanım ayrılmaya sebep olan bir şey yaparsa, mesela mürted olursa, hürmet-i musahere�ye sebep olursa, mehr-i muaccel verilmez. Erkek boşarsa veya ayrılığa sebep olanı yaparsa, yarısı verilir.
Önce kıza takılan takılardan hangisinin mehri muaccel olduğu bilinmeli. Nikah kıyılırken o zaman (malum olan) denilir. Bilinmiyorsa, malum olan demek yanlış olur. En uygunu ise, mehri müeccel gibi muaccel de tespit edilip, şu kadar mehri muaccel ve şu kadar mehri müeccel ile denmelidir. Taraflar, mehri muacceli tespit ettikleri halde söylemek istemezlerse o zaman, (aralarında malum olan mehri muaccel ile) ifadesi kullanılır. İleride boşanma vaki olunca takılan takıların hangisi emanet, hangisi hediye, hangisi mehri muaccel olduğu bilinmeli, herhangi bir uyuşmazlığa sebep olmamalı.
Mehr-i müeccel:
Hemen verilmeyip daha sonra verilmesi gereken mehr demektir. Halvet olmuşsa veya ikisinden biri ölmüşse, mehr-i müeccelin verilmesi vacip olur. Hanımının istediği zamanda verilir. Eğer istemedi ise, ikisinden biri ölünce, verilmesi vaciptir. Hanım ölünce, kocası, hanımının vârislerine verir. Kocası ölünce, mirasından hanımına verilir. Mehrin başlık parası ile ilgisi yoktur. Başlık parası almak haramdır.
Boşanma halinde, zifaf veya halvet olmuşsa, müeccel mehrin tamamı, olmamışsa yarısı verilir. Bir âyet-i kerime meali:
(El dokunmadan boşadığınız kadınlara, mehrin yarısını verin!) [Bekara 237]
Nikah kıyılırken mehr söylenip de, ne kadarı muaccel olduğu bildirilmedi ise, âdete ve hanımının emsaline göre, söylenilenin bir miktarı muaccel olur. Nikah kıyılırken, mehr-i müeccelin belli bir tarihte ödenmesini şart etmek caizdir. Boşanma halinde, mehrin ödeme tarihi beklenir. Ödeme tarihi belli değilse, boşarken hemen ödenir. (Fetava-yı Hindiyye)
İslamiyet�te mehr parası, evlenmek için değildir. Evliliğin düzenli, mutlu olarak devam etmesi, kadının hak ve hürriyetlerinin korunması, din cahili huysuz erkeğin elinde oyuncak olmaması içindir. Mehr parasını vermek ve çocukların nafaka paralarını her ay ödemek korkusundan, erkek, hanımını boşayamaz. Bu korkunun olmadığı yerlerde, mahkemeler boşanma davaları ile dolup taşar. Bunun için, evlenecek kızın, İslam�ın güzel ahlakını ve kadına verdiği kıymeti bilen ve bunlara önem veren erkekten az miktarda, böyle olmayandan ise, fazla miktarda mehr istemesi efdaldir.
Mehr parası, kadın için bir sigorta sayılır. Erkeğin zor ödeyeceği veya hiç veremeyeceği bir mehr ile evlenen kadını, erkek boşayamaz. Boşarsa, maddi hayatı felce uğrar. Mehr vermek korkusu, erkeğin iyi geçinmesine de sebep olur. Şayet erkek, mehr parasını verir de, hanımından ayrılırsa, hanımın kimsesi de yoksa, bu mehr parası ile geçinme imkanı bulabilir. İmkanı olan erkeğin, saliha kız veya kadına çok mehr vermesi iyi olur. Habeş imparatoru Necaşi, Ümm-i Habibe validemiz ile Peygamber efendimizin nikahlarını kıyınca, mehr olarak yaklaşık 2 kilo altın vermişti. (Nesai)
Mehr biçilmeden yapılan nikah da sahihtir. Ama daha sonra mehr-i misil vermek gerekir. Mehrin çoğunun bir sınırı yoktur. Fakat en azı, 5 gram altındır.
Boşadığı kadına mehrini ödememek kul hakkıdır. Ödemezse, ahirette azabı çok şiddetlidir. Kur�an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Kadınlara mehrlerini gönül rızası ile verin; kendi arzuları ile mehrin bir kısmını size hediye ederlerse, onu da afiyetle yersiniz.) [Nisa 4]
Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Mehr vermemek niyeti ile evlenen, kıyamette hırsızlarla haşrolur.) [R.Nasıhin]
(Hanımını bırakıp mehrini vermemek haramdır.) [Hakim]
(Mehr olarak, bir yüzük olsa da verin!) [Müslim]
(Mehr parası hayırlı maldır.) [Deylemi]
(En iyi mehr kolay ödenendir. Mehirde kolaylık gösterin. Çok mehr istemek düşmanlığa sebeptir.) [Abdürrezzak]
Karı koca arasında olan meşru halvet, yabancı kadın ile olan haram halvet gibi değildir. Yanlarında hissen veya şeran yahut tabiaten cinsi münasebete mani bir sebep bulunursa, meşru halvet olmaz. İkisinden birinin hasta olması, ihramlı olması, farz namazda, Ramazan orucunda olması, kadının hayız veya nifas halinde olması, yanlarında akıllı [7 yaşında] bir çocuk bulunması bu halvete mani olur. Fakat akıl baliğ olmayan bir çocuk, haram olan halvete mani olamaz. (Mezahib-i erbea)
Bir kız ile bir erkek nikahlanıp, sonra boşanırlarsa, böyle meşru bir halvet de olmamışsa, mehrin yarısını verir. Halvet olmuşsa mehrin tamamını verir.
Zifafa girmeyen ve halvet de olmayan kız, bir kere boşanınca, bain [kesin boşanmış] olur. Erkeğin buna hemen yarım mehir vermesi lazım olur ve iddet beklemez. Boşandığı gün bile, başkası ile evlenebilir.
|
DİNİMİZDE EVLİLİK GÖRÜŞMESİ
Sual: Evlenmeden önce, Müslüman erkek ve kız arasındaki görüşmeler nasıl olmalı, neleri konuşmalı, neleri sormak gerekir? Yanlarında kimse yokken konuşabilirler mi?
CEVAP: Kız ile erkeğin oturup pazarlığa girişmeleri doğru değildir. Yani sünnet olan o görüşme pazarlık yeri ve zamanı değildir. Birbirine uygun olup olmadıkları, zaten aileler arasında konuşulur, sorulup araştırılır. Her bakımdan evlenmeleri uygun görülürse, kız ile oğlanın görüşmesi ondan sonra olmalıdır. Namaz kılıyor mu, yeterli geliri var mı, hangi okulu bitirdi, mizacı, huyu nasıldır, ehliyeti var mı, oğlan annesi ile mi oturacak gibi öğrenilmesi istenen şeyler, daha önce aileler arasında konuşulup halledilir. Yani aileler araştırıp, evlenmeye mani halleri olmadıkları meydana çıktıktan sonra, gençlerin, fiziki olarak birbirini görmeleri sağlanır. Bu da çok kısa olabilir.
Görüşme, halvete mani olacak şekilde olmalıdır. Mesela, odanın kapısı, hafif aralıklı olmalı veya kızın mahrem bir erkek akrabası bulunmalı, yahut erkeğin mahrem bir kadın akrabası olmalı. Mesela annesi, bacısı, halası, teyzesi, ninesi olabilir. Kızın veya oğlanın babası da, içeride durabilir.
Oğlanla kız birbirlerinin dengi ise, buna büyüklerin tavsiye ve tecrübeleri de eklenince, artık ince eleyip sık dokumak uygun olmaz.
Eskiden, çocuklarını evlendirecek olanlar, büyük bir zata sorarlar, o da, uygun dedikten sonra evlendirirlermiş. Zamanla, sormadan iş yapıyor denilmesin diye sormalar başlamış. Uygun denmesine rağmen, (Kız istemiyor, oğlan beğenmiyor) diyerek o zatın sözüne uymuyorlarmış. Bu aileler, tekrar, (Başka bir talip var mı) diye sordurunca, o zat da, (Bizim bulduğumuzu beğenmiyorlar, kendileri at pazarından baksınlar) dermiş.
Şu halde, kime danışıyorsak, söz dinleyeceksek danışmalıyız, dinlemeyeceksek hiç danışmamalıyız.
|

BİR BABA KIZINI EVLENDİRECEĞİ ZAMAN
Sual: Müslüman bir baba kızını evlendireceği zaman nelere dikkat etmeli?
CEVAP: Kızını evlendireceği erkeğin salih müslüman olmasına, Ehl-i sünnet itikadında olmasına, namaz kılmasına, içki içmemesine yani İslamiyet�e uymasına ve nafaka kazanacak kadar iş sahibi olmasına dikkat etmeli.
Kızını bu vasıfta olan ile evlendirmeyen, evladını felakete sürüklemiş, Cehenneme atmış olur.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kızını fasık bir erkekle evlendirene, her gün bin lanet iner, onun ibadetleri ve duası kabul olmaz, farz ve nafilesi makbul değildir.) [Şira şerhi] [Fasık, açıktan günah işleyen demektir. Mesela namaz kılmayan, tesettüre riayet etmeyen fasıktır.]
(Kızını veya aile fertlerinden birini içki içene veren, onu ateşe atmış olur.) [Deylemi]
(Fasık erkekle evlenmeye razı olanın, kabrinden kalkarken alnında, "Allahın rahmetinden ümidini kesmiş" yazısı bulunur.) [M.Cinan]
(Kızını evlendirmek, onu elden çıkarmak demektir. O halde kızınızı evlendirirken nereye verdiğinize dikkat ediniz!) [Beyheki]
(Kızını fasıka veren, Allahü teâlânın emanetine hıyanet etmiş olur. Emanete hıyanet edenin gideceği yer, Cehennemdir.) [S. Ebediyye]
(Kızını fasıka veren kimse, melundur.) [S. Ebediyye]
(Şefaatime kavuşmak isteyen kızını fasıka vermesin!) [Şira]
|

EVLENECEK KIZLARA TAVSİYELER
Sual: Evlenecek kızlara tavsiyeniz nedir?
CEVAP: Erkek için de, kadın için de iyi geçinmek, fedakârlık ve sabır ister. (Külfetsiz nimet olmaz) buyurmuşlardır.
İyi geçinmek için, sıkıntılara katlanmak ve her zaman kendini haklı görmemek gerekir. Ben haklıyım demek geçimsizliğe yol açar.
Tecrübeli ve Müslüman bir annenin, asırlar önce kızına verdiği bir öğüt:
Doğup büyüdüğün, senelerce yaşadığın bir yuvadan çıkarak, yabancı bir yere gidecek, huyunu, suyunu bilmediğin bir insanla yaşayacaksın.
Sen ona yer ol ki, o sana gök olsun.
Sen ona ev ol ki, o da evin direği olsun.
Sen ona cariye ol ki, o da sana köle olsun.
Ona sıkıntı verme ki sevgisini azaltmasın.
Ondan uzak kalma ki, seni unutmasın!
Onun gözünü, burnunu ve kulağını koruyasın ki, gözü senden başkasını görmesin, senden başkasının kokusunu almasın ve senden hep güzel şeyler işitsin.
Evinde otur, ev ve el işleriyle meşgul ol!
Yiyecek, içecek hususunda o ne getirirse, onunla kanaat et ve şunu bunu alamıyoruz diye asla şikayette bulunma!
Koca hakkını kendi hakkın üzerine tercih et!
Kocanın akrabasının hakkını da önde tut!
İntizama ve temizliğe dikkat et!
Komşularınla iyi geçin, onlardan gelecek sıkıntılara katlan!
Bilhassa komşular arasında laf getirip götürme! Dedikodudan kaç!
Namazlarını vakit girer girmez kıl!
Sual: Yeni evlenen kızıma nasıl nasihat edeyim?
CEVAP
Aşağıdaki mektup, tecrübeli bir annenin kızına yazdığı nasihatlerdir:
Yavrum! Şimdi sana kırk yıllık evliliğimin tecrübelerine dayanarak bazı nasihatlerde bulunacağım. Bu nasihatlerime uyarsan dünyada mutlu bir ömür geçirdiğin gibi, ahirette de ebedi saadete ulaşırsın.
1- Kanaatkâr ol! Yani, kocan tarafından getirilen yiyecek ve giyecek her şeyi memnuniyetle kabul et! Çünkü, kanaat, kalbi huzura kavuşturur.
2- Söylenenleri daima iyi dinle ve kocanın meşru emirlerine itaat et!
3- Evin ve her şeyin her zaman, temiz, muntazam ve düzenli olsun!
4- Eşinin yemek saati ile uyku saatine dikkat etmelisin! Açlık insanı huysuz eder, uykusuzluk ise, öfkelendirir.
5- Evinin mallarını ve eşyasını iyi koru! Yaptığın işleri, iyilikleri başa kakma! İyiliğe karşı iyilik çabuk unutulur, fakat kötülüğe karşı yapılan iyilik unutulmaz.
6- Eşinin yakınlarına güzel muamelede bulun! Kocanın hatalarını, yalnız iken, yumuşak bir şekilde söyle!
7- Kocanın sırlarını hiç kimseye söyleme! Karı-koca arasındaki sırlar kabre beraberlerinde gömülmelidir.
8- Eşinin üzüntüsünü ve neşesini paylaş! Ona her yönüyle iyi bir hayat arkadaşı ol! Yalan, yuvayı içten içe yıkan bir kurttur.
9- Aranızdaki problemleri kendiniz halledin! Sakın bunları, bize ve başkasına taşıma! Kimseden medet umma!
10- Kocandan, almakta zorlanacağı, gücünün yetmeyeceği şeyleri isteme!
11- Kadının güzel huylusu, eşine Cennet nimetidir. Sen kocana Cennet nimeti ol! Azap çektirme!
12- Bunları yapabilmen, ancak, onun isteklerini kendi isteklerine, onun rızasını kendi arzularına tercih etmenle mümkün olabilir. Hep kendi istek ve arzularını ön plana çıkartırsan, bu nasihatleri tutman mümkün olmaz.
13- Beş vakit namazını şartlarına uygun kılmazsan zaten bu, felaket olarak sana da kocana da çocuklarına da yeter. Beş vakit namazın doğru olması için gusül ve abdestin doğru olması lazım. Bunların faydasını görmen için itikadının doğru olması lazım. Doğru itikad ehl-i sünnet itikadıdır. Her şeyden önce bunları öğrenin ve tatbik edin. Bunlar varsa her şey zamanla düzelir.
|

DİNİMİZCE EŞİNİ KISKANMAK
Sual: Karı-kocadan birinin eşini kıskanmasında bir sakınca var mıdır?
CEVAP: Bazı çevrelerde kıskanmayı ayıp gibi, çağ dışı gibi göstermeye çalışıyorlar. Gayur olmak, yani namusunu korumak için, meşru hudutlar içinde kıskançlık göstermek dinimizin emridir.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahü teâlâdan daha gayuru yoktur ve bunun için fuhşu yasaklamıştır.) [Buhari]
(Namus gayreti imandan, kadın-erkek bir arada eğlenmek de nifaktandır.) [Deylemi]
Namusunu kıskanmayana deyyus denir. Deyyuslar için hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, Cenneti yaratınca, �Cimri, sana giremez, deyyus senin kokunu bile duyamaz� buyurdu.) [Deylemi]
(İçki içene, ana-babasına âsi olan kimseye ve deyyusa, Cennete girmek haramdır.) [İ.Ahmed]
Bu büyük günahları işleyen kimsenin zerre kadar da olsa imanı varsa, günahlarının cezasını çektikten sonra Cennete gider. Fakat günahlar insanı küfre sürüklediği için, bu günahlara devam etmek büyük felakete yol açar. Zararın neresinden dönülürse kârdır. Bir an önce tevbe edip günahlardan sıyrılmalıdır. Tevbe eden, hiç günah işlememiş gibi olur. Kadının, kumasını da kıskanması normaldir. Fakat kıskançlığını açığa vurarak meşru sınırı aşmamalıdır. (Allahü teâlâ, kıskançlığı kadınlara ve cihadı erkeklere yükledi. Hangi kadın, bu emre iman ederek sabrederse, şehid olan mücahid kadar sevap kazanır) hadis-i şerifinde de, kadınların sabır göstermelerine işaret buyurulmaktadır. Kadın, hem kıskanacak, hem de buna katlanacaktır. İşte bu büyük fedakârlık, erkeklerin cihadı gibi tutulmuştur.
Sual: Gayur olmakla, kıskanmakla haset etmek arasında ne fark vardır?
CEVAP
Haset, kıskanmak, çekememek demektir. Yani, Allahü teâlânın birisine vermiş olduğu nimetin ondan gitmesini istemek demektir. Ondan gitmesini istemeyip de, kendisinde de olmasını istemek, haset olmaz. Buna gıpta etmek, imrenmek denir. Gıpta güzel bir huydur. İslamiyet�in ahkamına, yani farzları yapmaya ve haramlardan sakınmaya riayet eden, gözeten salih kimseye gıpta edilmesi vaciptir. Dünya nimetleri için gıpta etmek tenzihen mekruh olur. Birisinde bulunan kötü, zararlı şeyin gitmesini istemek, gayret olur. Gayret gösterene de gayur denir. Gayret, bir kimsede olan hakkına, onun başkasını ortak etmesini istememektir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Mümin gayur olur. Allahü teâlâ ise daha gayurdur.) [Müslim]
(Namus gayreti imandandır.) [Deylemi]
Allahü teâlânın gayret etmesi, kulunun kötü, çirkin şey yapmasına razı olmamasıdır.
İnsanın Allahü teâlâya gayret etmesi, haram işlenmesini istememekle olur.
Yusuf aleyhisselamın, (Sultanın yanında benim ismimi söyle!) demesi gayret-i ilahiyyeye dokunarak, senelerce zindanda kalmasına sebep oldu. İbrahim aleyhisselamın, oğlu İsmail�in dünyaya gelmesine sevinmesi, gayret-i ilahiyyeye dokunarak, bunu kurban etmesi emrolundu. Allahü teâlânın çok sevdiklerine, bazı evliyaya böyle gayret etmesi çok vâki olmuştur.
|

İSLAM DA EVLİLİK
Kadın ve erkeklerin bir araya gelmesinden kendilerinin ve içerisinde yaşadıkları cemaatin çıkarlarını ilgilendiren birtakım ilişkiler meydana gelir. Bunlar; toplumda alış-veriş, icare ve vekalet gibi işleri yerine getirmek için bir araya gelişlerden kaynaklanan problemlerin dışındaki işlerdir. Bu ilişkilerin sadece evlilikten ibaret olduğu akla gelebilir. Hakikatte evlilik, bu ilişkilerin bir tanesidir. İlişkiler sadece evliliği değil, daha birçok şeyleri de kapsamına alır. Bunun için nevi içgüdüsünün tek görüntüsü sadece cinsi birleşme değildir. Analık, babalık, kardeşlik, oğulluk, dayılık, amcalık gibi hususların hepsi nevi içgüdüsünün tezahürleridir. Bundan dolayı erkek ve kadınların bir araya gelmelerinden meydana gelen ilişkiler, analık, babalık ve diğer hususları da içine alır. İctimai nizam, evliliği kapsadığı gibi bu hususları da kapsar. Şeriat; oğul olma, ana ve baba olma ile ilgili hükümler getirdiği gibi evlilikle ilgili hükümler de getirmiştir.
Ancak bu ilişkilerin aslı evliliktir. Diğer hususlar bu aslın dalları konumundadır. Evlilik olmadığı zaman babalık, oğulluk, analık ve diğer müesseseler meydana gelmez. Bundan dolayı evlilik bütün bu hususların aslını teşkil eder. Düzenleme açısından diğer hususlar bu temelden kaynaklanır. İhtiyacı hissetmek, insanı doğal olarak bu ihtiyacı doyurmaya sürüklediği gibi bu duygu aynı zamanda insanı cinsi birleşmeye de sürükler. Analık ve evlatlık duyguları da aynen cinsi duygular gibi tatmin olmak isteyen duygulardır. Hepsi karşılanmak ister. Evlilik, analık, babalık ve evlatlık gibi duyguların hepsi nevi içgüdüsünün tezahürlerindendir. Bu türden duyguların tümü nevi içgüdüsünden kaynaklanan duygulardır. Cinslerin birbirleri hakkındaki düşünceleri ile birbirlerine karşı yöneliş olur.
Evlilik; erkeklik ve kadınlık ilişkilerinin düzenlenmesidir. Diğer bir ifade ile erkek ve kadın arasındaki cinsi birleşmenin özel bir nizam ile düzenlenmesidir. Bu özel düzen; erkek ve kadın arasındaki cinsi ilişkilerin muayyen bir şekilde düzenlenmesini ve nesillerin yalnızca bu özel düzenlemenin ürünü olmasını gerektirmektedir. İnsan türünün çoğalması bu nizam ile gerçekleşir. Yuva, bu nizama göre kurulur. Özel hayatın tanzimi, bu esasa göre cereyan eder.
Bu nedenledir ki İslâm, evliliği teşvik etmiş ve emretmiştir. İbni Mes'ud'dan rivayet edildiğine göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Ey gençler topluluğu; sizden kim evlenmeye güç yetirirse evlensin. Zira evlenmek, gözü ve mahrem yeri en çok koruyandır. Kim de evlenmeye güç yetiremezse oruç tutsun. Zira oruç şehvetten uzaklaştırır, şehveti kırar." Katede'nin Hasan'dan, onun da Semure'den rivayet ettiğine göre:
"Nebi (s.a.v.) evlenmemeyi yasaklamıştır." Katede: "Şüphesiz biz, sizden önce peygamber gönderdik ve onlara zevce ve çocuklar verdik" mealindeki ayeti okudu. Hadiste yer alan kelimesi, nikâhlanmamak yani evlenmemek anlamına gelmektedir. Ebu Hureyre Nebi (s.a.v.)'den şunu rivayet etmektedir:
"Üç kişiye yardım etmek Allah'ın üzerindeki bir haktır: Allah yolunda cihad eden kimse, namuslu olmayı arzu ederek nikahlanan (evlenen) kimse, borcunu ödemek isteyen sözleşmeli köle." Yine Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:
"İslamda ruhbanlık yoktur." Ruhbanlık ve evlenmemek; kadınlarla cinsi ilişkiyi koparmak, Allah'a ibadetle meşgul olmak amacıyla nikâhı yani evlenmeyi terk etmek demektir. Oysa Kur'an'da evlenmeyi emreden sarih ayetler vardır. Yüce Allah şöyle byurmaktadır:
"Kadınlardan; ikişer, üçer ve dörder evleniniz."
"İçinizden bekarları ve kölelerinizden, cariyelerinizden salih olanları evlendirin."
İslâm; bâkire, doğuran ve dindar olan kadın ile evlenmeyi teşvik etmiştir. Enes (r.a.), Nebi (s.a.v.)'in evlenmeyi emrettiğini, evlenmeyip bekar yaşamayı şiddetle yasakladığını rivayet eder ve şöyle der:
"Çok seven ve doğurgan kadınlarla evlenin. Çünkü ben (kıyamet günü) diğer nebilere karşı sizin çokluğunuz ile övüneceğim." Ma’kıl b. Yesar'dan: Dedi ki:
"Bir adam Nebi (s.a.v.)'e geldi ve şöyle dedi: Ben nesebi ve güzelliği olan bir kadına aşık oldum. Fakat o, doğurmuyor. Onunla evleneyim mi? Allah'ın Rasülü: Hayır, dedi. İkinci kez gelerek, yine aynı şeyi söyleyince, yine: Hayır, dedi. Üçüncü kez, ona geldi ve aynı şeyi sordu. Allah'ın Rasülü: "Çok seven ve doğurgan kadınlarla evlenin. Çünkü ben (kıyamet günü) sizin çokluğunuz ile övüneceğim." Cabir'den: Nebi (s.a.v.) şöyle dedi:
"Ey Cabir, sen bakire ile mi yoksa dul ile mi evlendin? dedi. Cabir: Dul ile, dedi. Bunun üzerine Allah Rasülü: Bakire ile evlenseydin ya. Sen onunla oynar, o da seninle oynardı." buyurdu. Ebu Hureyre Nebi (s.a.v.)'den şu hadisi rivayet etmektedir:
"Kadın, dört şeyi için nikâhlanır: Malı, nesebi, güzelliği ve dini için. Sen, dindar olanı tercih et ki ellerin toprağa değsin (fakirlikten kurtulasın)"
Evlenmek isteyen erkeğin; bakire, soyu sopu belli bir aileden ve dindar olanını seçmesi mendubtur. Ayrıca nefsini koruyabilmesi için, güzel olanını tercih etmesi lazımdır. Faziletli, takva ve şerefli olanı tercih ideal olanıdır. Fakat bunlar, nikâhın şartları olmayıp, müstehab ve efdal olanıdır. Yoksa erkek, hoşuna giden kadını seçme yetkisine sahip olduğu gibi kadın da razı olacağı erkeği seçme hakkına sahiptir.
Eşler arasında denklik meselesinin şeriatta aslı yoktur. Bu konuda, uydurulmuş hadislerden başka herhangi bir delil yoktur. Zira bu düşünce Kur'an-ı Kerim'e ve sahih hadislere ters düşmektedir. Müslüman her kadın, herhangi bir Müslüman erkeğe denk olduğu gibi, her Müslüman erkek de herhangi Müslüman bir kadına denktir. Mal ve nesebteki farklılıkların herhangi bir değeri yoktur. Bir çöpçünün oğlu, emirü'l mü’mininin kızına denk olduğu gibi, berberin kızı da emirü'l mü’mininin oğluna denktir. Böylece Müslümanlar, birbirine denktirler. Cenabı Allah şöyle buyurmaktadır:
"Allah katında en keremli olanınız Allah'dan en fazla korkanınızdır." Nebi (s.a.v.) halasının kızı ve aynı zamanda da Kureyş'in ileri gelenlerinden olan Zeyneb binti Cahşı azadlı kölesi Zeyd b. Harise ile evlendirmiştir. Abdullah b. Büreyde, babasından rivayet ettiğine göre: "Genç bir kız Rasulullah (s.a.v.)'e geldi ve şöyle dedi: Ya Rasulullah! Babam, kendi itibarını yükseltmek için, beni kardeşinin oğlu ile evlendirdi. Bunun üzerine Allah Rasülü evlenme işini kıza bıraktı. Ardından kız şöyle dedi: Ben, babamın teklifini yerine getirdim. Fakat ben, (bu meselede) babaların kızlarını (zorlama) hakları olmadıklarını kadınlara öğretmek istedim." Bu hadis, kızının rızası olmadan babasının onu evlendirdiğini göstermektedir. Fakat kızın bu evliliğe rızası yoktur. Ancak kızın bu hoşnutsuzluğu evlendiği kimseyi kendisine denk görmemesinden kaynaklanmamaktaydı. Ebu Hatem El-Müzenni'den rivayet edildiğine göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Size, ahlak ve dininden hoşlandığınız biri gelirse onu evlendiriniz. Eğer evlendirmezseniz yeryüzünde fitne ve büyük bir fesad olur. Dediler ki: Ey Allah'ın Rasulü, onun herhangi bir kusuru olsa da mı? denilince; Dini ve ahlakı sizi memnun eden birisi gelirse (kız isterse) onu nikahlayınız, sözünü üç kere tekrarladı." Tirmizi bu hadisi Ebu Hureyre'den şu lafızla rivayet etmektedir:
"Dini ve ahlakı sizi memnun eden birisi kız istemek üzere size gelirse onu evlendirin. Böyle yapmazsanız yeryüzünde fitne ve büyük bir fesat olur." Aynı hadis bir başka yoldan da rivayet edilmiştir. Ebu Hureyre'den rivayet edildiğine göre;
"Ebu Hind Rasulullah (s.a.v.)'in bıngıldak kısmından kan almıştı. Nebi (s.a.v.): Ey Beni Beyada, Ebu Hind'i evlendirin ve onunla evlenin, buyurdu." Hanzala b. Ebu Süfyan el-Cumeyhi annesinden şunu rivayet eder: Dedi ki: "Ben, Abdurrahman b. Avf'ın kız kardeşinin Bilal'e nikâhlı olduğunu gördüm."
İşte bütün bu deliller, eşler arasında denkliğin muteber ve değerli bir şey olmadığına açıkça delalet ederler. Herhangi bir kadın, herhangi bir erkeğin kocalığına razı olursa onunla, kendi rızasıyla evlenir. Aynı şekilde, herhangi bir erkek de bir kadını eş olarak seçer ve onun rızasıyla onunla evlenebilir, aralarında denkliğin bulunup bulunmamasına bakılmaz. Ancak İbni Ömer'in Nebi (s.a.v.)'den rivayet ettiği iddia edilen şu hadise gelince: "Arablar, birbirlerine denktirler. Kabile kabileye, oymak oymağa, adam adama. Ancak, dokumacı ve kan alıcılar müstesna" Bu hadis asılsız, yalan ve batıldır. İbni Ebi Hatim: Ben, bu hadisi babamdan sordum o, bunun münker olduğunu söyledi. İbni Abdil Berr: “Bu hadis; mevzu ve münkerdir” der. Bezzar'ın Muaz hadisinden tahriç ettiği: "Arabların bir kısmı bir kısmına denktir. Azatlı köleler de birbirine denktirler" hadisinin isnadı zayıftır. Berire'nin hadisine gelince; Nebi (s.a.v.)’in Berire'ye söylediği: "Sen azad edildiğin zaman, senin nikâhın da azad edilmiş olur. İstediğin seçeneği yap" mealindeki hadis denkliğe delalet etmez. Çünkü onun kocası köle idi. Bir köle ile evli bulunan cariye azat edilerek hürriyetine kavuştuğu zaman, köle olan kocasının zimmetinde kalmakla, köle ile olan nikâhını feshetmek arasında muhayyer bırakılır. Bu hadis de denkliğe delalet etmemektedir. Kasım'ın, Aişe'den rivayetine göre: "Berire'nin kocası bir köle idi. Berire, onun nikâhı altında idi; azad edilince Rasulullah (s.a.v.) ona: "Seçme hakkına sahipsin. İstersen bu kölenin nikâhı altında kalırsın, istersen ondan ayrılabilirsin." buyurmuştur. Müslim'deki rivayete göre; Urve'nin Aişe'den rivayet ettiği hadis ise şöyledir: "Berire azat edilmişti. Kocası ise halen köle idi. Allah Rasülü Berire'yi muhayyer bıraktı. Eğer kocası hür olmuş olsaydı onu, muhayyer bırakmazdı." "Ancak birbirine denk olanları evlendiriniz; o kadınları ancak velilerinin izinleriyle evlendiriniz" mealindeki hadis, aslı olmayan, zayıf bir sözden ibarettir.
Böylece, denkliğe delalet eden harhangi bir nassın söz konusu olmadığı meydana çıktığı gibi; denkliğin varlığını kabul edenlerin kullandıkları delillerin batıl olduğu veya bu hususa istidlal yönü bulunmadığı açıkça görülmektedir. Denkliği şart olarak kabul etmek, Rasulullah (s.a.v.)'in: “Takvanın dışında, Arabın aceme, herhangi bir üstünlüğü yoktur" mealindeki hadisiyle çatıştığı gibi, Kur'an'ın kat'i nassıyla da çatışmaktadır. Nitekim Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:
"Allah'ın katında en keremli olanınız takvaca en ileri olanlarınızdır."
Din ihtilafı ise denklikle ilgili bir konu değildir. Bu konu; Müslümanların, Müslüman olmayanlarla evlenip evlenmemeleri konusudur ki bu, başka bir konudur. Allah (c.c.), Müslüman bir erkeğin, ehli kitaptan bir Yahudi veya bir Hıristiyan ile evlenebileceğine cevaz vermiştir. Zira, Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:
"Bugün size temiz olanlar helal kılındı. Kitap verilenlerin yemekleri sizin için helal, sizin yemeğiniz de onlara helaldir. Mü’minlerden hür ve iffetli kadınlar ve sizden önce kitap verilenlerin hür ve iffetli kadınları zina etmeksizin, gizli dost tutmaksızın ve mehirlerini verdiğiniz takdirde size helaldir." Kendilerine kitap verilen iffetli kadınların, ücretleri olan mehirlerinin verilmesi koşulu ile Müslümanlara helal olduğunu ayet açıkça ortaya koymaktadır. Ayet gereğince müslüman bir erkek, kitap ehli bir kadınla evlenebilir. Çünkü ayete göre kitap ehlinden iffetli kadınlarla evlenmek, Müslüman erkeklere helaldir. Müslüman bir kadının, ehli kitabtan bir erkekle evlenmesi ise şer'an haramdır; mutlak olarak caiz değildir. Böyle bir şey vuku bulursa, bu nikâh batıl olduğu için gerçekleşmiş olmaz. Müslüman bir kadının ehli kitaptan bir erkekle evlenmesinin haram olduğu Kur'an'ın sarahatı ile sabittir. Nitekim Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:
"Ey iman edenler! Mü’min kadınlar size muhacir olarak gelirlerse, onları imtihan edin. Allah onların imanlarını daha iyi bilir. Eğer onları mü’mine olarak görürseniz, onları kafirlerle geri döndürmeyin. Onlar, kafirlere helal olmadığı gibi, onlar da o kadınlara helal olmazlar." Bu ayet yalnızca tek bir manayı ihtiva eder, bu da; Müslüman kadının kafire helal olmadığı ve kafirlerin de Müslüman kadınlara helal olmadıklarıdır. Kocanın kafir oluşu, kafir koca ile Müslüman kadın arasında nikâhın tahakkuk etmeyeceğini sonuçlandırır. Zira bu husus, ayetteki şu ifade ile açıkça vurgulanmaktadır:
"Eğer onların mü’min olduklarını bilirseniz, tekrar o kadınları kafirlere geri göndermeyin. O kadınlar onlara helal olmadığı gibi, o erkekler de o kadınlara helal olmaz." Hükmün; müşrik olsun, ehli kitaptan olsun tüm kafirleri kapsamına alması için ayette Allah (c.c.) müşrik kelimesi yerine "kafirler" tabirini kullanmıştır. Kitap ehlinden Hıristiyan ve Yahudilerin kafir oldukları ise Kur'an'ın kati nassıyla sabittir. Nitekim Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur:
"Ne ehli kitabtan olan kafirler ve ne de müşrikler, Rabbinizden size bir hayırın indirilmesini istemezler." Bu ayette geçen kelimesi tabîz için değil, beyan içindir. Yine Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:
"Allah'ı ve peygamberini inkar ederek kafir olan, iman etme hususunda Allah ile peygamberi arasında fark gözetip; bir kısmına inanır bir kısmını inkar ederiz diyarek küfürle iman arasında bir yol tutmak isteyenler, işte onlar gerçekten kafir olanlardır. Kafirlere ağır bir azap hazırlamışızdır." Kitap ehli, Muhammed (s.a.v.)'in risaletine inanmadıkları için kafirdirler. Cenab-ı Allah (c.c.) bu hususta muhtelif ayetlerde şöyle buyurmaktadır:
"Allah, Meryem oğlu Mesih'dir diyenler kafir olmuşlardır."
"Şüphesiz, Allah üçün üçüncüsüdür diyenler kafir olmuşlardır."
Kitap ehlinden kafir olanlarla müşrikler." Buradaki edatı tabîz için değil, beyan içindir.
"Şüphesiz ehli kitabtan kafir olanlar ile müşrikler." Yine burada ki edatı da tabîz değil beyan içindir.
"O'dur ehli kitaptan küfretmiş olanları ilk sürgünde yurtlarından çıkarmış olan..."
"Münafıklık etmiş olanlara bakmadın mı ki, ehl-i kitap'tan küfretmiş olan kardeşlerine..." Bu ayetler; kitap ehlinin kafir olduklarını ve "küffar" kelimesinin onları da kapsamına aldığını gösteren Kur'an'ın sarih ifadeleridir. Mümtehine suresinde yer alan aşağıdaki ayet bu ayetlerle birlikte ele alındığı zaman; müslüman bir kadının ehli kitaptan bir adam ile evlenmesinin mutlak surette caiz olmadığı hususunda açık ve net bir anlam taşıdığı ortaya çıkar. Çünkü ehl-i kitap, yukarıdaki ayetler gereğince kesinlikle kafirler grubuna giren insanlardandır.
"Eğer onların mü’min kadınlar olduklarını öğrenirseniz; artık onları kafirlere geri göndermeyin. Bunlar onlara helal değildir, onlar da bunlara helal değildir..."
Müşrikler ise ehl-i kitab'tan başka bir sınıftır. Mecusiler, yıldızlara tapanlar, Budistler, putperestler ve benzeri kimselerdir. Bunlarla evlenmek mutlak olarak caiz olmaz. Müslüman bir erkeğin müşrik bir kadınla evlenmesi kesinlikle caiz değildir. Aynı şekilde müslüman bir kadının müşrik bir erkekle evlenmesi de kesinlikle caiz değildir. Bu husus, Kur'an'ın kat'î nassıyla sarahatan açıklanmıştır:
"İman edinceye kadar müşrike kadınlarla evlenmeyin; hoşunuza gitse de, müşrike bir kadından, mü'mine bir kadın kesinlikle daha hayırlıdır. İman etmedikçe müşrik bir erkekle kesinlikle evlenmeyin. Hoşunuza gitse de, müşrik bir erkekten, mü'min bir köle daha hayırlıdır..." Bu ayet, müşrike olan bir kadının Müslüman erkek ile, müşrik olan bir erkeğin de Müslüman olan bir kadın ile evlenmesinin haram olduğunu ifade eder. Şayet bu nevi bir nikâh vuku bulursa batıl olduğu için gerçekleşmiş olmaz. Hasan b. Muhammed'den: Dedi ki: "Rasulullah (s.a.v.) Hecr Mecusilerine yazdığı bir mektupta, onları İslâm'a davet ederek şöyle diyordu: “Kim Müslüman olursa, onun Müslümanlığı kabul edilir. Kim kabul etmezse ona cizye vergisi vurulur, kestiği yenilmez ve hiçbir (müslüman) kadın onunla evlenemez."
Böylece İslâm, sadece evlenmeği teşvik etmekle iktifa etmeyerek, Müslüman erkeğin ve kadının kiminle evlenebileceğini, kimlerle de evlenmesinin haram olduğunu beyan etmiştir. Evlenmek isteyen kimsenin, evleneceği kimsede bulunması güzel olan sıfatları da anlatmıştır. Ancak, kendisiyle evlenilecek kadının, başkasının hanımı ve iddet bekleyen birisi olmamasını şart koşmuştur. Çünkü evliliğin şartı, kadının evli ve iddet halinde olmamasıdır.
Ancak henüz nikâh akdinin icra edilmediği, sözlü olan kadına gelince; eğer kadın veya onun velisi, evlenme teklifinde bulunan kimseye açık veya dolaylı yolla müsbet cevap vermişlerse bir başkasının onu istemesi haram olur. Ukbe b. Amir Rasulullah (s.a.v.)'in şöyle dediğini rivayet etmektedir:
"Mü’min, mü’minin kardeşidir. Mü’min için, kardeşinin alış verişi üzerine fiyat kırması helal olmaz. Mü’minin kardeşinin sözlüsüne evlenme teklifi yapması helal olmaz; meğer ki o kardeşi, o kadını terketmiş olsun." Ebu Hureyre ise Nebi (s.a.v.)'den şu hadisi rivayet etmektedir:
"Kişi, kardeşinin sözlüsüne evlenme teklifi yapmasın; taki evleninceye veya tamamen vazgeçinceye kadar." Fakat, evlenme teklifi yapılan kızın, teklifi reddetmesi veya henüz müsbet bir cevap vermemesi veya meseleyi soruşturmaya bırakmış olması durmunda bir başka erkek isteyebilir, bu caizdir. Çünkü henüz o, bir başkasının sözlüsü değildir. Kays kızı Fatıma bir gün Nebi (s.a.v.)'e gelerek, Ebu Cehm ve Muaviye'nin, kendisine evlenme teklifi yaptıklarını söyledi. Rasulullah (s.a.v.):
"Muaviye, malı olmayan bir fakirdir. Ebu Cehm ise sopasını omuzundan indirmez (daima dışarıda gezer). Sen, Zeyd'in oğlu Üsame ile evlen." dedi. Muaviye ve Ebu Cehm'in kendisini istediklerini haber verdiği halde Peygamber (s.a.v.) ona, Usameyi istemiştir.
Kadına evlenme teklifi yapıldığında, bu evlenme teklifini kabul edip etmeme hakkı kadına aittir. Onun izni olmadan, velisinin onu bir başkasıyla evlendirmeye veya bunu engellemeye hakkı yoktur. İbni Abbas'tan rivayet edildiğine göre, Rasulullah (s.a.v.) şöyle demiştir:
"Dul kadın, velisinden daha bir hak sahibidir. Bakire ise, evlenmek için kendisinden izin istenir. Onun izni susmasıdır." Yine Ebu Hureyre’den rivayet edilen bir başka hadiste şöyle denilmektedir:
"Dul kadın, kendisine danışılmadan nikahlanamaz, Kendisinden izin istenmedikçe, izni olmadan bakire kız da nikâh edilemez. Bakirenin izni nasıl olur? Dediler, Peygamber (s.a.v.): Onun izni sükut etmesidir" buyurdu.”
İbni Abbas'tan rivayet edildiğine göre; "Bakire bir cariye Peygamber (s.a.v.)’e geldi. İstemediği halde, babasının kendisini evlendirmek istediğini söyledi. Bunun üzerine, Peygamber (s.a.v.), onu muhayyer kıldı.” Ensarlı Hizam kızı Hunesa'dan rivayet edildiğine göre: "Kendisi dul olduğu ve evlenmek istemediği halde babasının onu evlendirmek istediğini Peygamber (s.a.v.)’e gelip söyledi. Peygamber (s.a.v.) de onun nikâhını geri çevirdi."
Bu hadislerin hepsi, kadının izni olmadıkça evlenme muamelesinin tamam olamayacağını ifade ederler. Kadın, bu evliliği kabul etmez veya zorla evlendirilirse, bu akid fesh olur. Ancak kadın sonradan razı olur ve dönerse nikâh geçerli olur.
Kadın ile evlenmek isteyen ve istemeye gelen kimselerle kadının evlenmesine mani olmak Kur'an-ı Kerim'de belirtildiği gibi yasaklanmıştır. Nitekim Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur:
"Eğer maruf bir şekilde, aralarında razı olurlarsa, evlenmelerine engel olmayın."
Makil b. Yesar'dan rivayet edilen sahih bir hadis ile sabit olduğuna göre Makil, şöyle demiştir: "Ben, kız kardeşimi birisiyle evlendirmiştim, daha sonra adam onu boşadı. İddeti bitince adam, tekrar onu istemeğe geldi. Ben: Kız kardeşimi sana verdim, evini döşedim ve sonra ikramda bulundum, fakat sen onu boşadın. Şimdi de gelip onu istiyorsun. Vallahi kız kardeşim bir daha sana dönmeyecektir. Adam, fena bir kimse değildi. Kız kardeşim de ona dönmek istiyordu. Allah (c.c.); Eğer maruf bir şekilde, aralarında razı olurlarsa, evlenmelerine engel olmayın." ayetini indirince ben: Ya Rasulullah ben şimdi ne yapacağım dedim. Allah Resulü: “Kardeşini onunla evlendir" buyurdu.” Başka bir rivayette ise:
"Ben yaptığım yeminin kefaretini ödedim ve kız kardeşimi ona verdim" cümlesi vardır. Ayette geçen: kelimesinin anlamı, kadın istediği takdirde onu evlenmekten menetmektir ki bu, haramdır ve böyle bir işe teşebbüs eden kimse fasıktır. Bir kadını evlenmekten alıkoyan kimse, yaptığı bu ameli ile fasık sayılır. Fakihler, böyle bir engellemede bulunan kimsenin fasık olacağında görüş birliği etmişlerdir. Evlenmek için kadına görücü giderse veya kendisi evlenmek isterse, bu konuda tek yetki kadına aittir; ister kabul eder, ister reddeder.
Evlenmek üzere kadın ve erkek arasında ittifak tamamlanınca, evlenme akdini yapmaları lazımdır. Evlenme ancak şer'i akitle tamamlanır. Birinin diğerinden yararlanmalarını helal kılacak tek şey şer'i hükümlere uygun olarak yapılan şer'i akittir. Bu akde göre evliliğe terettüp eden hükümler gerçekleşir. Kadın ve erkek, uzun bir zaman bir arada bulunsalar bile şer'i bir şekilde akit yapılmadıkça evlilik gerçekleşmiş sayılmaz. İki eşin bir araya geldikleri gibi iki dostun bir araya gelmeleri evlilik sayılmaz. Bu tür birliktelik zina sayılır. Aynı şekilde iki erkeğin aralarında muaşeret yapmak üzere bir araya gelmede ittifak etmeleri de evlilik sayılmaz, ancak livata sayılır.
Medeni evliliğe gelince; bu, bir arada yaşamak ve boşanmak üzere kadın ile erkek arasında yapılan bir anlaşmadır. Bu anlaşma gereğince nafaka tasarrufu, evden çıkma, erkeğin kadına, kadının da erkeğe itaatı ve benzeri bir takım görevler, evlat sahibi olma, oğlan veya kız çocuğun kime ait olacağı gibi hususlar, irs ve neseb gibi bir arada yaşamaktan veya terkinden kaynaklanan birtakım haklar doğar. Burada sıralanan tüm bu hususlar, üzerinde ittifak ettikleri ve kabullendikleri şartlara göre uygulanır. Medeni evlilik, sadece bir evlilik ittifakı olmayıp, hem evliliğe hem de evlilikten doğan neseb, nafaka, miras ve diğer birtakım hususları, her ikisinin veya birinin diğerini terk etmesi yani boşanma durumlarını da kapsar. Üstelik, erkeği dilediği kadınla, kadını da dilediği erkekle, aralarındaki anlaşmaya göre evlenebilmeleri hususunda tamamıyla serbest bırakır. Bundan dolayı medeni evlilik şerân caiz değildir. Bu akde, olarak bir evlilik ittifakı nazarıyla bakılamayacağı gibi, nikâh akti nazarıyla da bakılamaz. Şerân, bunun herhangi bir kıymeti yoktur.
Müslüman bir erkekle Müslüman bir kadın veya Müslüman bir erkekle evli, ehli kitaptan bir kadın arasında medeni kanuna göre herhangi bir evlilik akdi meydana gelse, kadın ile erkek arasında akid sırasında şifahen veya yazı ile kullanılan sözlere bakılır. Şayet aralarındaki akitte "evlendirmek" ve "nikâh etmek" gibi lafızlar kullanılmış her ikisinden de kabul ve icab meydana gelmişse, şerân kabul ve icaba gerekli hususlar bulunmuş demektir. İcab ve kabulun yanında kızın velisi ve evlendiklerine dair iki de şahid bulunmuş ise, bu lafızlar ve şekil ile yapılan anlaşma, evlilik akdi sayılır. Çünkü bu, hem şer'i aktin sıfatlarını hem de medeni evliliğin şartlarını tamamlamaktadır. Bu, medeni ittifak değil şer'i akid ile evliliktir. Şer'i evlilik akdinde bulunması gerekli olan şartların hepsi bulunmazsa bu işlem evlilik sayılmaz. Medeni evlilik ittifakının kapsadığı şartlar şeriata uygun olsalar da mutlak olarak herhangi bir değer taşımaz. Çünkü, şeriatın getirdiği hükümlerle amel etmenin vacib oluşu, kadın ile erkeğin kendi aralarında yaptıkları ittifaktan alınamaz. Bilakis evlilik akdinden ve şeriatın beyan ettiği hükümden kaynaklanır. Bu nedenle medeni ittifakın taşıdığı şartların evlilikte hiçbir değeri yoktur. Bunlar, şeriata muhalif olurlarsa akdin batıl oluşu açıktır. Eğer bu şartlar her iki taraf için de akdin gereğine ters düşmeyen, şeriata muhalif olmayan, şeriatın caiz gördüğü şartlar ise, bunlar arasındaki evlilik akdi muteber kabul edilir. Eğer aralarında herhangi bir evlilik söz konusu olmayacak ise bu şartların mutlak olarak herhangi bir kıymeti yoktur. Eğer medeni evlilik akdi, Müslüman bir erkek ile müslüman kadın veya Müslüman bir erkekle ehli kitaptan bir kadın arasında olursa durum böyledir. Eğer Müslüman bir erkek ile müşrike bir kadın veya müşriklerin muamelesine göre yürütülürse veya müslüman bir kadın ile müslüman olmayan bir erkek arasında olursa, bu türden evlilik batıl olduğu için akit gerçekleşmiş olmaz. Tüm bunlardan anlaşıldığı üzere evliliğin şerân sahih bir nikah akti ile tamamlanabilmesi için, bütün şer'î şartları bünyesinde taşıması lazımdır. Bu şartlarla tamamlanmayan herhangi bir evlilik akdi, mutlak olarak evlilik sayılmaz.
Evlilik, şer'i olarak icab ve kabul ile gerçekleşir. İcab, akit yapan iki kişinin birinden ilk olarak sudur eden sözdür. Kabul ise akdi yapan diğer kimseden ikinci olarak sudur eden sözdür. Mesela, kız erkeğe, "ben kendimi sana eş olarak verdim”, erkek de “ben kabul ettim” dese ya da bunun tam tersi bir işlem yapılsa (önce erkek sonra da kadın konuşsa), konuşanlardan birincinin teklifi "icab", ikincisinin cevabı da "kabul"dür. İcab ve kabul direkt olarak evlenenlerin her ikisi tarafından olabileceği gibi, onların vekilleri tarafından da icra edilebilir veya biriyle diğerinin vekili arasında da gerçekleşebilir. İcabta "evlenmek" ve "nikâh etmek" lafızlarının olması lazımdır. Bu ifadenin kabulde yer alması şart değildir. Şart olan; bu icaba diğerinin razı olmasıdır. Evlenmeyi kabul ve razı olduğunu ifade eden herhangi bir lafız, bunu ifade eder. Ancak, icab ve kabulü ifade eden lafızların, mazi sigasıyla olması lazımdır. “Seni zevceliğe aldım” ve “kabul ettim” gibi lafızlarla olmalıdır. Bu lafızlardan biri mazi, diğeri müstakbel lafızlar ile olabilir. Çünkü, evlilik bir akittir. Evliliğin subut bulduğunu ifade eden bir lafızla olması lazımdır. O da, mazi sigasıdır. Evlilik akdinin gerçekleşmesi için dört şart gereklidir:
1- “Kabul” ve “icab”ın cereyan ettiği mecliste birlik olmalıdır. Yani, icabın sudur ettiği yer aynı zamanda kabulün sudur ettiği yer olmalıdır. Bu husus, akid yapan iki kişinin hazır bulunmaları halinde böyledir. Akid yapanlardan biri bir beldede, diğeri ise bir başka beldede olursa ve biri diğerine evlenme teklifi yapan bir icab mektubu yazsa, kendisine mektup gönderilen kimse de kabul etse evlilik gerçekleşmiş olur. Fakat bu durumda kendisi veya başkası iki şahid huzurunda mektubu okuyup onun ibaresini şahidlerin işitmesi lazımdır veya mektubu alan kimse, bulundurduğu şahidler huzurunda, "Falan kimse, bana evlenme teklifi yapmış bulunuyor" diyerek, mecliste onları şahid tutar ve kendini onunla evlendirdiğini söyler.
2- Akdi yapan her iki tarafın, birbirinin sözlerini işitmeleri ve anlamaları şarttır. Bu ifade ile evlilik akdinin kastedildiğini her iki tarafı da bilmelidir. Eğer işitmediği ve anlamadığı için bunu bilmezse, mesela; bir erkek bir kadına anlamadığı Fransızca ile "seni zevceliğe kabul ettim" cümlesini telkin ettikten sonra kadın, manasını anlamadığı lafızların aynısını tekrarlarsa ve bundan maksadın evlilik akdi olduğunu bilmezse, evlilik akdi gerçekleşmiş olmaz. Eğer kadın, bu sözlerin evlilik akdinden dolayı söylenen lafızlar olduğunu bilirse akid sahih olur.
3- İcabın hepsine veya bir kısmına ait olsa da kabul, icaba muhalefet etmemelidir.
4- Akid yapanlardan birinin diğeriyle evlenmesini şeriat mübah kılmış olmalıdır. Mesela, kadının Müslüman veya ehli kitap olması, erkeğin de sadece Müslüman olması lazımdır.
Bu dört şart tekamül ettiği zaman evlilik akdi gerçekleşmiş olur. Bu dört şarttan herhangi bir tanesi bulunmadığı takdirde, evlilik akdi gerçekleşmiş olmaz ve bu akid temelde batıl olur. Evlilik akdi gerçekleştiği takdirde evliliğin sıhhatı için üç tane sıhhat şartı lazımdır:
1- Kadın, evlilik akdinin “mahalli” olmalıdır.
2- Nikah ancak velinin varlığı ile sahih olur. Kadın kendi kendini evlendiremez veya velisi dışında bir başkası tarafından evlendirilemez. Evlendirme hususunda, velisinin dışında birisini vekil tayin edemez. Velisinin dışında birisini vekil tayin ederse nikah sahih olmaz.
3- Baliğ ve akıllı iki Müslüman şahidin bulunması lazımdır. Bu iki şahidin, evlilik akdiyle ilgili kabul ve icabı meydana getiren sözün gayesini anlamaları lazımdır. Bu iki şartı havi olduğu zaman, bu akid sahih olur. Bunlardan biri eksik olursa bu nikâh fasid olur. Ancak, evlilik akdinde akdin yazılmış olması veya bir vesika ile tescil edilmesi şart değildir. Kadın ve erkek tarafından, şifahi veya yazı ile bütün şartları havi şekilde cari olan kabul ve icab, evlilik akdini sahih kılar. İster bu yazılsın ister yazılmasın evlilik iki kişi arasında bir akid olduğu için ancak icab ve kabul ile tamamlanır.
Gerçekten akid ancak icab ve kabul ile tamamlanır ve oluşur. İcabta evlenmek ve nikâh lafızlarının şart kılınmış olması, nassta varid olduğu husustan dolayıdır. Nitekim Cenabı Allah:
"Onu seninle evlendirdik."
"Babalarınızın nikâhlandığı kimselerle nikahlanmayınız." buyurmaktadır. Sahabe icmaı'da bu hususta tahakkuk etmiştir. İcab ve kabul meclisinin bir olması şartına gelince; meclisin hükmü, akd halinin hükmüdür. Eğer kabulden önce akit tarafları ayrılırlarsa icab batıl olur. Çünkü o zaman kabulün anlamı olmaz. Zira ondan yüz çevirip ayrılmak, kabulü ortadan kaldırır. Yine o sırada akit yapan her iki kişinin başka şeylerle meşgul olmaları kabulden imtina anlamına gelebilir. Akid yapanlardan her birinin, diğerinin sözünü işitip onu anlaması şartına gelince; bu ifade ve ibare ile evlilik akdi kastediliyor; yine bu söz icaba, kabul cevabı olduğu için neyi ifade ettiği bilinmelidir. Çünkü icab; akid yapanlardan birinin diğerine hitabıdır. Eğer hitab edilen kimse söylenen şeyleri bilmezse hitab yapılmış sayılmaz. Dolayısıyla hitaba karşı herhangi bir kabul de söz konusu edilemez. icabın, kabule muhalif olmaması, icabın bütün gereklerine teslim olduğuna delalet etmediği müddetçe kabul sayılmaz. Eğer anlaşmazlık olursa, icaba dair varid olan hususlara teslim olunmamış olur ki kabul gerçekleşmiş olmaz. Şeriat'ın, akid yapan iki kişiden birinin, diğeri ile evlenmesini mübah kılmış olması şartına gelince; bilindiği gibi şeriat, caiz olmayan herhangi bir akdin yapılmasını yasaklamıştır.
Buraya kadar anlatılanlar akdin gerçekleşmesiyle ilgiliydi. Akdin sıhhatına gelince; akdi nehyeden herhangi bir husus varid olmazsa, şeriat o akdi tamam olarak görür. Fakat belli bir şey üzerinde yapılan akdin icrasını nehyeden bir husus mevcud olursa bu akid fasid olur. Ancak böylesi bir akid batıl olmaz. Kadının evlenme akdinde akid mahalli olarak şart kılınmasına gelince; şeriat bazı kadınlar ile evlenmeyi, bazı kadınları da nikah altında bir arada bulundurmayı yasaklamıştır. Eğer yapılan akid, akdin icrasının haram kılındığı kimseler üzerinde gerçekleşmişse bu akid sahih olmaz. Velinin izni olmadan nikahın sahih olmamasına gelince; Ebu Musa Nebi (s.a.v.)'den şu hadisi rivayet etmektedir:
"Velinin izni olmadan nikah yoktur." Kadının, kendi kendisini veya başkasını evlendirme hakkına ve velisi dışındaki bir kimseyi vekil kılma hakkına sahip olmamasının delili Aişe (r.anha)'nın Nebi (s.a.v.)'den rivayet ettiği şu hadistir:
"Hangi kadın velisinin izni olmaksızın nikahlanırsa onun nikahı batıldır. Onun nikahı batıldır. Onun nikahı batıldır." Ebu Hureyre ise Nebi (s.a.v.)'den şu hadisi rivayet eder:
"Kadın kadını evlendiremez. Kadın kendi başına da evlenemez. Zani kadın; kendi kendine evlenendir."
İki Müslüman şahidin bulunmasına gelince; Kur'an-ı Kerim ric'î talak ile boşanmış bir kadına, tekrar kocasına dönmesi halinde, iki Müslüman şahidi şart koşmaktadır. Nitekim Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:
"O kadınlar müddetlerini tamamlayınca, onları ya güzelce tutun veya güzelce onlardan ayrılın. Ve sizden olan, iki adil kimseyi şahid kılın." Hasan (r.a.), "ayette geçen "sizden" tabiri iki Müslüman anlamına gelmektedir" diyor. Nikâh akdini devam ettirme anlamında olan "ric'î" de, iki Müslüman şahid şart kılındığına göre, evlilik binasını kurma sırasında yani nikâh akdi yapılırken iki şahidin bulunması şartı öncelikle aranır. Kaldı ki, nikâh akdi ve nikâh akdinin devamını istemek aynı konudur, her ikisinin de hükmü aynıdır.
|
|
|
|
|